Yazar : YUSUF ATILGAN
Kitabın adı : Aylak Adam
Kitabın Türü : Roman
Dil : Türkçe
Basım yılı : 1959
Sayfa Sayısı : 190
Karakterler : C, AYŞE , GÜLER , B
Yayınevi : Can Yayınları
Türk Edebiyatının sevilen, ancak bir o kadar da üzerine tartışılan eserlerinden biri olmasının yanısıra, yazarın ilk romanı olma özelliği de taşımaktadır. Kitap dört bölümden oluşmaktadır. Mevsimlerle ifade edilen, kahramanın hayatının bölümleri olarak karşımıza çıkıyor.
KIŞ
İLKYAZ
YAZ
GÜZ
Herşeye karşı duran, karşı çıkan , iç dünyası son derece karışık, zor bir karakter adı bile yok , ‘’C ‘’ olarak sesleniyor yazar ana karakterine.
Giriş bölümü ”KIŞ ”olarak adlandırılır, ilerleyen bölümlerde , neden mevsimlerle ilişkilendirildiğini daha iyi anlıyoruz. Divan Edebiyatının en ünlü şairlerinden addedilen Baki’ nin ‘’ Mufassal kıssa başlarsın garip , efsane söylersin’’ sözü okuyucuyu ilk cümle olarak karşılıyor. (Geçmişte yaşanmış ve ders çıkarılması gereken bir olaya, iyi bir biçimde başlarsınız. )
Uslup gayet akıcı, her kesimden insanın rahatlıkla anlayabileyeceği yalın bir dil kullanılmış ve teşbih sanatından çokça faydalanılmış.
Romanın ana karakteri ‘’C’’ , çocukluğu ve gençliği varlıklı bir ailede hizmetçilerle dolu bir evde , kumar ve kadın düşkünü bir baba ile geçiyor. ‘C ‘28 yaşında işssiz güçsüz, ancak aileden gelen varlık sayesinde para sıkıntı çekmeyen , tam olarak ifade etmek gerekirse aylaklığı meslek olarak benimsemiş genç bir erkektir.
Aylak Adam adından da anlaşılacağı gibi gündüzleri sokaklarda dolaşan , akşamları meyhanede iki tek atıp evine dönen, amaçsız , gayesiz olduğu kadar, aynı zamanda hayalindeki kadını bulmaya ve mutlu olmaya yönelik çabaları olan , farkındalığı yüksek, analiz gücü son derece kuvvetli ve aydın kesimden gelen bir karakterdir.
C karakteri hayatındaki boşluğu doldurmaya çalışırken gerçekten de onu hayata bağlayacak gerçek ve kalıcı çözümün ‘Aşk’ olduğu kanaatine varıyor. Aşkın peşinden koşarken , karşılaştığı kadınlarda umduğunu bulamayıp, yaşadığı hayal kırıklığı da vurgulanıyor. Özellikle Kış mevsimi ile başlayıp Güz mevsimi ile biten “C” ’nin hayatının evreleri ve hayatına giren kadınların, mevsim başı hayatına dahil olması ve mevsim sonu hüsran ile hayatından çıkması ile sonuçlanıyor. Romanın Ana Karakteri ‘’C’’ , ‘’C’’ ’nin hayatındaki ana karakter de babası. Babasının aile ile kurduğu ilişki , ‘’C’’ ’nin hayatını ve ilişkilerinin şekillenmesini sağlıyor.
Ayşe KIŞ döneminde ilişki yaşadığı ve ‘’SENİ SEVİYORUM’’ sözünü ilk defa söylediği kadın, daha sonra hayatına giren tüm kadınları birbiri ile kıyaslıyor. Ayşe ile YAZ döneminde tekrar karşılaşıyor. Babasının ruhunda yarattığı travmanın acısını tüm kadınlardan çıkarmak istiyor.
Romanda göze çarpan yazım teknikleri , iç monolog, diyalog , geriye dönüş, günlük, mektup ve leitmotif’tir.
Leitmotiv: Edebiyatta leitmotiv, özellikle roman sanatında sıkça kullanılan bir anlatım tekniği unsurudur. Romanın değişik bölümlerinde, çeşitli nedenlerle -vesilelerle- tekrarlanan ifade kalıbıdır.
Kaynak :https://www.turkedebiyati.org
‘’GÜLER’’ İLKYAZ, ‘’ B ‘’ GÜZ DÖNEMİ
‘C’ (nam-ı diğer ‘ aylak adam’) genel olarak günlerini, sokaklarda geçirdiği için, tatlıcıda, tramvayda, sokak arasında rastladığı insanları tahlil etme konusunda epeyce uzmanlaşmış bir karakter. Güler karakteri onun ‘’ İLKYAZ ‘’dönemine denk geliyor. Tabi ki , herkese yaptığı gibi , onu da ilk gördüğünde, hakkında fiziksel özelliklerinden yola çıkarak , birçok yargıya varıyor. Karakterlerin birbiriyle karşılaşmaları hatta Güler in ‘’B’’ ye yazdığı mektupta ‘’C’’ den bahsetmesi ile ‘’B’’ karakteri , bu bölümde kısmen de olsa varlığını gösteriyor.
‘C ’nin ,Güler’le yakınlaşma çabaları , günlerce apartmanın önünde ve okul yolunda beklemesi, gerçekten ona karşı hisleri olduğuna inandırıyor hatta , kendisi de inanıyor. Günümüz ilişkilerinde de merak edilen bu soru, ilişkilerin ilk günlerinde gösterilen yoğun ilginin , sonraki günlerde giderek azalması hatta başka yönlere kaymasının cevabı , merak duygusunun tatmin olması, o insanın tüm yönleri ile çözmek , sonuçta yeni kişiliklere yönelmek. Ya da hayalimizde yarattığımız karaktere aşık olduğumuz, yakından tanıdıkça yanıldığımız gerçeği ile yüzleşilmesi.
‘’Sevmek, nasıl da kolayca söyleyiveriyor bunu ‘’ SEVMEK’‘ ! Kelimelerle herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor, bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlar, diye geçiriyor içinden ‘’ C’’ kitabın bir bölümünde.
İletişim önemlidir. İletişim, samimi bir şekilde duygu ve düşünce paylaşımıdır.
İletişimde beden dili %60, ses tonu %30, kelimeler %10 önem taşır.
İletişim kurdunuz. Ne anlatmak istediğini anlayabiliyorsunuz.
Özetle aynı dili konuşuyorsunuz…
KAYNAK: İLKSEN KALIPÇIOĞLU ( İlişki ve Aile Danışmanı)
İletişimde iki insanın birbirine olan güveni, samimiyeti aynı dili konuşuyor olması , İlişki ve aile danışmanlarının üzerinde durduğu önemli detaylardan. Güler ilişki detaylarını, hayallerini, arkadaşı B ile mektuplarda paylaşıyor. Ancak C ve Güler arasında hissedilen yoğun fiziksel çekim gücü olsa da , iletişim konusunda yetersizlikleri, bu iki genç insanın hüsranla biten hikayesinde önemli rol oynuyor.
Aylak adamın aşkı arayış serüveninde, mutluluğa bulmak adına ilişki kurduğu kadınlarda aradığı şefkat duygusunu Güz döneminde net olarak ortaya koyuyor yazar. Baba ile sağlıklı ilişki kuramayan, anne şefkatinden yoksun büyüyen C, teyzesinde bulduğu anne sevgisini ilişki kurduğu kadınlarda arıyor.
‘’OEDİPUS KOMPLEKSİ’’ adı verilen sendromun tüm belirtileri, romanın Güz döneminde ortaya çıkması , adeta başarısız ilişkilerinin cevabı niteliği taşıyor.
OEDİPUS KOMPLEKSİ nedir ?
Sigmund Freud‘un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre, karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı.
Freud’a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir. Erkek bebeğin sürekli annesine şımarması, babasının annesiyle ilgilenmesinden rahatsız olup ağlaması veya araya girmesi örnek olarak verilir.[1]
Kişilik gelişiminin 3-5 yaş dönemi Freud tarafından fallik dönem olarak adlandırılır. Freud, bu yaş döneminde erkek çocuğun annesine karşı duyduğu aşk nedeniyle babası tarafından cezalandırılacağı korkusu sonucu yaşanan karmaşaya Odipal kompleksi adını vermiştir.
KAYNAK: https://tr.wikipedia.org/wiki/Oidipus_kompleksivb
TEYZEM ZEHRA VE BABAM
- Kim bu kadın ?
- Teyzem. Annemin kardeşi. Annemi bilmiyorum, ben 1 yaşındayken ölmüş. Beni Zehra teyzem büyüttü. Onu kıskanç, bencil bir sevgiyle severdim.
‘’İlkokulu bitirdiğim yaz, bir gün odada dergi okurken , kapı çalındı. Babamın sesini duydum.’’
– Hizmetçi nerde?
- Dışarı çıktı dedi teyzem;
- Ya çocuk ?
- O da çıkmış olacak.
‘’Sonra bir sessizlik…..Eğilip aralık kapıdan baktım. Babam bir koluyla teyzemin etekliğini kaldırıp sarmış, öteki eliyle çıplak bacaklarını okşuyor. ‘’
‘’Kimi geceler düşümde babamı korkunç ölümlerle birkaç kere öldürürdüm.’’
‘’Galiba babam, sevgisizlik borcunu bana parayla ödüyordu. ‘’
‘’Babamda korkunç bir kadın düşkünlüğü vardı. Onun gibi olmamak kararını, bu iğrençlikleri gördükçe vermiş olacağım.’’
‘’Son sınıftayken babam öldü. İçimi saran kurtuluş rahatlığını hatırlıyorum.’’
C’nin hayatında annesi yerine koyduğu , teyzesi ve babası arasındaki ilişki, tek ebeveyni olan babasından, daha da hızla ve büyük bir nefretle uazaklaşmasına neden olur. Hayatındaki tüm kadınlarda cinsellikten ziyade şefkat duygusunu tatmin etmeye çalışır. Bunu en net kanıtı yine son bölümlerde, evine getirdiği bir hayat kadınından , kucağına yatarak saçlarını okşamasını istemesidir. Tıpkı teyzesinin geçmişte yaptığı gibi.
Babasına duyduğu öfke sade onun sevgisizliği olmadığını , aslında anne yerine koyduğu , teyzesini cinsel ihtiyaçlarını gidermek için kullanması da eklenmesiyle, daha arttığını yukarıdaki kitap alıntısında , kendi ağzından Ayşe ‘ye itiraf etmesiyle okuyucu da öğreniyor.
‘’ OEDİPUS KOMPLEKSİ ‘’ Freud’un psikonalitik teorisinin yanısıra, aynı zamanda mitolojik bir kahramandır da.
Erkek çocuğunun babayı, kız çocuğunun ise anneyi kıskanması konusu Sigmund Freud’un Oedipus ve Elektra kuramlarında açıklanır. Freud, Oedipus Kompleksi’ni erkek çocuğun annesine olan aşkından ötürü babasını kendisine rakip görmesi, bu nedenle de babasını kıskanması olarak tanımlar ve adını Yunan Mitolojisi’nde babasını öldürüp annesiyle birlikte olan Oidipus’tan alır.
Mitolojiye göre, Antik Yunan’da Thebai şehrinin kralı Laios’un çocuğu olmaz ve Apollon’a derdini anlatır ve yardım ister. Apollon “bir oğlun olacak, ama bu çocuk ileride seni öldürecek, kraliçe yani annesi ile evlenecek ve daha sonra herkes mutsuz olacak” kehanetinde bulunur. Laios, Apollon”u dinler ve çocuk isteğinde ısrarcı olmaz. Ama kehanet gerçekleşir ve bir süre sonra kraliçe hamile kalır ve bir erkek çocuk dünyaya getirir.
Laios, herkesin mutluluğu için bu çocuğu öldürtmek için emir verir. Araya Kraliçe Lokaste girer ve celladı, bebeği öldürmemesi, uzak ve tenha bir yere bırakarak ölüme terk etmesine razı eder. Cellat bebeği ayağından ağaca asar ve ölüme terk eder. Yoldan geçen ve başka bir şehrin kralının emrinde olan çobanlar çocuğu kurtarırlar. Bebeği Korinthos Kralı Polybos’a getirirler. Bu şehrin kraliçesi de çocuğu olmadığından bu bebeği çok sever ve evlatlık alıp, büyütmeye karar verir. Asılı kaldığı ipin etkisi ile ayağı şişip incinen bebeğe “ayağı şiş” anlamına gelen Oedipus adı konulur.
Oedipus büyüyünce, hakikati öğrenebilmek için kahinlerin memleketi Delphoi’ye gitmeye karar verir ve kralın gerçek evladı olmadığını öğrenir. Gerçek ailesinin kim olduğu öğrenmek için Apollon’a gider. Apollon Oedipus”a kehaneti anlatır. Babasını öldürmek istemediği için uzaklara kaçan Oedipus, yolculuğu sırasında çıkan bir çatışmada bilmeden öz babası olan Laisos’u öldürür. Oedipus’un doğduğu kente yolu düşer.
Gelip geçene bilmece sorarak, doğru yanıtı veremeyenleri öldüren bir mitolojik yaratık olan Sphinx ile karşılaşır. Sphinx tarafından bilmece Oedipus’a da sorulur: “Sabahları dört ayağı, öğlen iki ayağı ve akşamları üç ayağı ile yürüyen nedir?” Oedipus hemen yanıtlar: “Sabahları yani hayatın ilk dönemlerinde el ve ayakları üzerinde emekleyen, hayatının öğle vaktinde yani büyüyünce iki ayağı üzerinde yürüyen ve hayatının akşam vaktinde yaşlılığında ayaklarına ek olarak bastonu bir ayak gibi kullanan varlık insandır” der. Bu yanıt karşısında Sphinx kenti affeder ve kendisini uçurumdan atarak intihar eder. Bu olay halk tarafından çok büyük bir sevinçle kutlanır ve kral ilan edilir. Gerçek annesi olduğunu bilmeyerek eski kralın dul karısı yani annesiyle evlenir ve dört çocukları olur. Bu duruma çok öfkelenen Tanrılar, kent üzerine kuraklık, kıtlık ve sefalete neden olan felaketler yağdırırlar. Bu felaketlerin nedenini öğrenmek için bir büyücüye danışan Oedipus, büyük bir keder içinde kehaneti öğrenir. Annesi Lokaste kendini öldürür, Oedipus da, annesinin iğnesi ile gözlerini kör eder. Gerçeği öğrenen kızgın kent halkı felaketin sorumlusu olarak Oedipus’u aşağılar ve kentten kovarlar. Krallığı elinden alınan ve gözden düşen Oedipus’a kızı Antigone hariç diğer çocukları yüz çevirir. Dilenci olarak hayatını sürdüren Oedipus ve kızı Antigone gibi, Oedipus’un diğer çocukları da felaketler içinde sefil bir şekilde ölürler.
İşte Freud, bu mitolojik öyküden esinlenerek isim verdiği kuramında, çocukların fallik dönemdeki içsel çatışmalarını açıklamaktadır.
Kaynak : https://gulsahmeralozgur.dr.tr/oedipus-kompleksi-ve-mitolojik-kokeni/
Sonuç olarak, kitapta baştan sona kadar içsel sıkıntılarını, cinsellik, kadınlar , sevgi arayışı ile tatmin etmeye çalışan ‘’ C’’ nin , babasında bulamadığı hoşgörüyü, anne şefkatinden yoksun büyümesi ve anne yerine koyduğu teyzesinin bir nevi onu babası ile aldatması, hayatının sonuna kadar arayışının devam edeceğinin en bariz belirtisi de , son bölümde gerçek aşkını bulduğunu düşünerek ( mavi yağmurluklu kız) otobüsün peşinden koşması, durdurmaya çalışması, yetişemeyeceğini bile bile gereksiz gayreti aslında ‘C’’ nin de sağlıklı bir ilişki yaşayamayacağını gayet bilmesine rağmen , çabaladım ancak başaramadım. Kimse beni anlamadı , anlamak istemedi ajitasyonu ile kendini rahatlama çabaları görülüyor.
Otobüs sahnesi tüm kitabın özeti niteliğindedir, Aylak Adam ve ilişkileri adına , net bilgiyi veren o son bölüm, aslında kendine içten içe acıyan, tüm acılarından, amaçsız, işsiz , güçsüz ve aşksız geçen ömründen sorumlu kendisi değil babasıdır. Cinsel başarısızlıklıkları ve haz duygusuna ulaşamamasının sebebi de , karşılaştığı kadınlarda bir süre sonra teyzesini görmesidir.İdeal ilişki onun gözünde, tertemiz , el değmemiş saf sevgi içeren bir birliktelik olmalıydı ancak geçmişte o ilk hissetiği ‘Aşk’ mı sevgi mi ne olduğunu anlayamadığı , tanıdığı ilk kadın olan teyzesine olan hislerini kirleten kişi, yine onun hayattaki en yakın akrabası olan babasıydı.
Neyi arar Atılgan’ın aylağı? “Gerçek sevgi”yi “yapmacıksız”, “süssüz” sevgiyi. “Dudak boyalı, parfümlü, evlenme laflı sıkıntılar”dan kaçar. Bir sadelik peşindedir; tırnaklan boyasız bir el, dudakları boyasız, parfüm sürmeyen, topuklu ayakkabı giymeyen bir kadın. Cinselliği çağrıştıran her şey ona fazla gelir.
Kaynak : Nurdan Gürbilek- Taşra sıkıntısı
Hepimizin içinde bir parça yok mu? ‘Aylak Adam’, hayatta başımıza gelen olumsuzlukları, başarısızlıkları çocukluk travmalarımıza, ailemize, yaşayamadığımız sevdalara, yüklemeye çalışan….
Aslında ne kadar basitti yaşamak, tüm sorumlulukları üzerimize alsak , kimseyi suçlamadan , yaşamın çizgisinin her zaman düz gitmeyeceğini, inişlerini , çıkışlarını, fırtınalarını, yağmurunu kabullensek. Kötü zamanlar güçlü insanlar yaratır, güçlü insanlar iyi zamanları yaratır. Yanında kimlerin durduğu veya inandığı değil, senin kendine inancın hayata karşı dimdik duruşundur HAYAT….
